“Şiddetsizlikle ilgili olarak, sürekli vahşi saldırılara maruz kalan bir adama kendini savunmamayı öğretmek suçtur.”
-Malcolm X
Türkiye’deki mevcut ayaklanmaları ve hareketleri gözlemlediğimde, silahsız protestocuların şiddet kullanmasının “ahlaki”, “vatansever” veya doğru bir eylem olup olmadığı sorusunun yeniden gündeme geldiğini görüyorum.
Ancak konuya girmeden önce, şiddeti halkın bir hakkı olarak ele alan argümanımı temellendirmek gerektiğini düşünüyorum.
Elbette, bu şiddetin hangi sınırlar içinde kabul edilebilir olduğu ve ataerkil düzenin bu açık şiddet aracılığıyla nasıl yeniden üretildiği tartışmasını göz ardı etmemek gerekir.
İnsanlık tarihi boyunca otoriteye karşı verilen en büyük özgürlük mücadeleleri, bir şekilde ve bir biçimde her zaman şiddet taşımış ve taşımaya devam etmiştir. Çin Devrimi’nden Britanya’ya karşı Hindistan isyanına, İran ve Türkiye devrimlerinden Katalonya ve Latin Amerika hareketlerine, Ortadoğu’dan Amerikan sivil haklar mücadelesine kadar şiddet, umutsuz olanlar için kaçınılmaz bir yol olmuştur. İdeolojisi veya motivasyonu fark etmeksizin her devrim ve sivil itaatsizlik eylemi şiddet ile gerçekleşmiştir. Bu bağlamda kitlenin baskın ifadesi o eylemin yönünü belirler.

Elbette, otoriteler bu hareketler yaşandıktan yıllar sonra onların şiddetsiz yönlerini abartarak ön plana çıkarmış, şiddet içeren yönlerini ise minimize etmiştir. Şiddetin tarihi silinmeye eğilimlidir. Devlet/otorite, belirlenen ve sınırları çizilmiş “haklar” çerçevesinde hareket eden pasif bir “vatandaş” ister. Norm dışı eylemler için yer yoktur; çünkü böyle eylemler doğrudan otoriteye yönelik bir tehdit olarak kabul edilir.
Bizler, klasik bir tebaa ifadesini reddetmeli ve önce insan olduğumuzu bilmeliyiz. Bize sunulan hakların geçerliliğini sorgulamalı ve gerektiğinde özgürlüğümüz ve onurumuz için mücadele edebilmeliyiz. Bu hakları yetersiz gördüğümüz yerde ise hakkımızı, gerek demokratik gerekse meşru alanda yapılmış bir şiddetle almalıyız.
Tıpkı Peter Gelderloos’un dediği gibi, şiddetsizlik modern bağlamda doğası gereği ayrıcalıklı bir pozisyondur. Tipik bir pasifistin orta sınıf olduğu gerçeğinin yanı sıra, pasifizm bir ideoloji olarak ayrıcalıklı bir bağlamdan doğmuştur. Şiddetin zaten burada olduğunu, mevcut toplumsal hiyerarşinin kaçınılmaz ve yapısal bir parçası olduğunu ve bu şiddetten en çok ezilenlerin ve alt sınıfların etkilendiğini göz ardı eder. Pasifizm, üst-orta sınıf, temel ihtiyaçları karşılanmış ve banliyölerde büyümüş insanların, ezilenlere akıl verebileceği gibi bir varsayımı içerir. Esasında pasifizm yalnızca ruhaniyetin ifadesidir. Lümpen ve tembeldir.

“Ben gelişigüzel şiddetten yana değilim, ben adaletten yanayım. Gidip şiddet uygulayın demiyorum; ama aynı zamanda, bana şiddetsiz yaklaşan biriyle şiddetsiz olurum. Şiddet uygulayan biriyle asla şiddetsiz olmam.
-Malcolm X
-Parsa Mirzaeiloor