…
Görüşme harika ilerliyordu. Donanımlı olduğuma dair kanıt niteliğindeki CV’im, sorulara verdiğim isabetli cevaplar, iş tecrübem ve tabi ki de hırs dolu bakışlarım…
Tam o anda bu işi almamam için hiçbir sebep yok diye düşünürken o mistik sorunun zamanı geldi.
‘’Kendinizi beş yıl sonra nerede görüyorsunuz?’’
Kendi kendime bu soruya nasıl cevap vereceğime dair sorular sormaya başladım. Zihin garip bir örgütlenme biçimidir. Madam Monica’nın göğüsleri beni benden alıyor. Mülkiyet hırsızlıktır!…
O an kafamda şu anın pratik gerekliliklerine cevap veremeyecek gereksiz ve entelektüel bir ton teorik fikir olduğunu anladım. Asıl aklıma takılan bu sorunun nasıl bir soru olduğuydu?
İnsan iki dakika sonra başına neler geleceğini kestiremezken nasıl olur da önündeki 5 ya da 10 senelik koca dakikalar popülasyonunu tahmin edebilir? Dahası neden her şeyi idealize ettiğim gibi yaşamadığım bu koca zamanı da idealize edeyim? Beklentiler, insanı en çok üzen, onu nihilistik bir bataklığa sürükleyen, karanlıklara ve belirsizliklere mahkum eden yegane şeydir. Ancak kapital dünya buna ‘’hedef’’ der çöpe atılacak 5 yılın sonunda aldığın terfi ya da maaş zammı senin varoluşundan değerlidir. Kapital çelişkilerin bireylere tahakküm ettiği bir sistemdir.
Ezeli rakipleriniz ve iş arkadaşlarınız aynı kişilerdir.
Kolektif bir çalışma içinde birbirinizi kuyusunu kazar durursunuz. Yani anlayacağınız bu sistemde egoist olmakla kolektivist olmak eşdeğerdir.
Soruya hala net bir cevap bulamamışken aklımdan tüm bu düşünceler yalnızca 30 salise gibi kısa bir sürede geçti ve çarpık ideal dünyanın hayaletine dönüştü. Uykusuzluğun ve bıkkınlığın verdiği huysuzlukla ağzımdan şu kelimeleri kustum:
‘’Mezarda değil evde olmayı.’’
Kurul gülmeye başladı. Sanırım espri yaptığımı sandılar. Madam Monica’nın memeleri sallanıyor. Tam ısırmalık. Odaklan!
Samimiyetsizce bir gülümsemeden sonra:
‘’Sanırım burada ekip arkadaşlarımla gastronomik şaheserler yaratırken.’’
Akademide öğrendiğim şey ağdalı ve süslü bir dilin her zaman sizi saygın göstereceğidir. Bu sözlerden sonra kurul diğer adayları da değerlendirip belli bir mukayese sonucunda bana ulaşacaklarını beyan etti. Bu domuzlarla el sıkışıp odadan çıktım. İçimde olumlu ya da olumsuz hiçbir his yoktu. Sadece uyumak ve Madam Monica’nın olduğu erotik rüyalarda stres atmak istiyordum.
…
‘’Makinalaşmak istiyorum!
Trum trum tırak tiki tak…’’
Her sabah makinalaşarak uyanıyorum. Kapital beni bir makine gibi kullanıyor. İnsanın emeğine yabancılaştığı dünyanın içinde yaşıyor en azından yaşadığımı zannediyorum. Alarm bizi tembellikten uzak tutmak için başımıza dikilmiş bir polistir. Çünkü insan kapital dünyada tembelliği bile hakkedemez.
Kahveyi eskiden çok severdim. Aromatik tadı, baştan çıkarıcı kokusu ve verdiği sonsuz enerji… Ancak artık kahveden nefret ediyorum. Rutine bindikçe tadını kaybeden her şey gibi kahve de artık eski bir dostum, şimdilerimin ise hasmı. Zifte benzer tadı, burnumu yakan kokusu ve veremediği enerjisi ile hayatımın vazgeçilmezi. O olmadan güne başlayamaz oldum. Hani sürekli kavga etseniz de sex yaparken hiç zevk almasanız da hala beraber olduğunuz bir eşiniz vardır ya, işte kahve de benim şiddetli geçimsizliğim, boşanmak isteyip de boşanamadığım karım.
Mevcut sosyolojik yapının temeli kadın ve erkeğin oluşturduğu monogami yani evlilik, o olmasa bile ‘’ciddi ilişkiler’’ yani her şekilde tutkuların monoton alışkanlıklara dönüştüğü karşılıklı alma-verme dengesi. Bu sadece bireyler arasındaki ilişkinin değil tüketim biçimlerinin de temel şekli. Belli marka ve pazarlara olan sorgusuz bağlılığımız. Buna işletmeler ‘’sadık tüketici’’ler adını veriyor. Genel olarak algınızı bir fare ile eşdeğer görerek sizi kandırmaya yönelik bir strateji. Piyasa makyevellisttir. ‘’KÂRA giden yolda her şey mubahtır.’’
…
Götümün altında kalan telefonumun titreyerek can çekiştiğini hissediyordum. Telefonu elime aldım ve ne idüğü belirsiz bir numaranın beni aradığını gördüm. Açıp en kibar ve yumuşak sesimle ‘’Efendim’’ dedim. Arayan Madam Monica’ydı. Sesin, duyduğum gibi aklımda erotik rüyalar tekrar ve tekrar canlandı. Bana kurulun mukayesesi sonucunda Sous Chef’in yardakçılarından olabileceğime dair umut dolu bir sesle haber eyledi. Aynı iş görüşmesinden çıkınca hissettiğim gibi hissizdim. ‘’En azından artık ailemden para istememe gerek yok.’’ Diye düşündüm. Aile…
İnsan ırkına yapılmış en büyük on ihanet listesi yapsam bunlar arasında aile de olurdu. Aile en başta aidiyet gibi acizane bir düşüncenin tohumunu yavrucağın taze zihnine atar. Yalnız bu tohum zehirli bir bitkinin tohumudur. Aile ya da ‘’kutsal aile’’ monoton sex hayatının bir kurtarıcısı olarak gördüğü ve birey olmasına asla müsaade etmediği çocuğu, nesiller arası bir deney olarak ele alır.
‘’Mösyö Drézden?’’
‘’Buyurun Madam Monica.’’
‘’Kararımıza dair yorumunuz nedir acaba?’’
‘’Yani, harika sanırım.’’
Madam Monica günde 14 saat çalışacağım ve karşılığında yalnızca 2000 euro alacağım harika bir kölelik sistemi için sevinmemi hatta orgazm yaşamamı bekliyor herhalde.
‘’Teşekkürler Madam Monica.’’
‘’Mösyö Drézden, bu işi gerçekten istiyor musunuz?’’
Ah Monica’m, kahverengi gözlü latin sevgilim ah… Ne kadar da optimistik. Sence bütün günümü burjuva domuzlarına yemek yapmak için harcadığım bir mesleği nasıl tüm iradi istencimle dileyebilirim ki?
‘’Evet, tabii ki de istiyorum.’’
‘’Harika! O halde bu pazartesi sizi, sizin deyiminizle ‘gastronomik şaheserler’ yaratmaya La Lacorative’de iş başı yapmaya bekliyoruz.’’
‘’Tabi zevkle.’’
İnsanın kendine söylediği yalan kadar beyhude bir şey olamaz ama artık faturalarımı ve Alman ev sahibimin kirasını ödemem gerekiyor. Fransız ulusundan bahsedip duran şovenist milliyetçiler yok mu? O…pu evlatları. Üzerinde herhangi bir mülküm olmayan bir ülkede vatandaşım ben. Öz ve öz bir Fransız. Ancak Fransa’da bir saksıya koyacak toprağım bile yok. Bu durumda bu Alman benden daha Fransız. İşte ulus yalanı böyledir. Fransa’nın en zengin adamı ile ben liberalizmin gözünde ‘’eşit’’iz. Tabii bu eşitlik her şeyi metafizik bir fetişizme maruz bırakan kapital ekonomik düzenin soyut eşitlik anlayışı. Özgürlük, eşitlik, kardeşlik; işte Fransa burjuva medeniyetini bu üç kelime ile ilan etti. Gerçek tanımı; soyut ve illüzyonel özgürlük, yine soyut ve asla pratikte göremediğimiz eşitlik ve tabi ki de ulus mantığının temeli olan söze kültürün birleştirici ögesi kardeşlik. İnsanlar ne zaman içinde yaşadıkları tek kültürün kapitalizm kültürü olduğunu anlayacaklar merak ediyorum doğrusu. Asıl merak ettiğim bunun farkına vardıklarında nasıl bir eylem planı çizecekler izbe sokaklara benzeyen zihinlerinde?
‘’Mösyö Drézden?’’
‘’Efendim Madam Monica?
‘’Sanırım yanlış bir zamanda aradım.’’
‘’Size bunu düşündürten nedir?’’
‘’Mösyö Drézden yaklaşık otuz saniyedir hiç konuşmadınız.’’
‘’Kusura bakmayın, bu kadar prestijli bir restoranda işe girmenin şokundayım.’’
‘’Anlıyorum. Daha önce bu kadar alakart bir yerde çalışmadınız sanırım.’’
‘’Hayır, vasat üstü yerlerde çalıştım desem yeridir.’’
En azından orada samimi bir ortam vardı ve aristokratik domuzlara yemek pişirmiyordum. Her neyse kira ve faturalar…
‘’O halde görüşmek üzere Mösyö Drézden, aramıza tekrardan hoş geldiniz.’’
‘’Teşekkürler Madam Monica, görüşmek üzere.’’
…
Acaba Madam Monica o otuz saniyelik sessizlik sırasında düşündüklerimi bilse ne düşünür? İllaki yalana ihtiyaç duyuyor insan şu hayatta. Ne yani Madam Monica aklımda çorba ettiğim bir ton entelektüel anarşist ve ahlaksızca fikirleri öğrense miydi yani? Kendine yalan söylemek ne kadar berbatsa insanlara yalan söyleyip zor durumlardan kurtulmak da bir o kadar eğlencelidir. Eğer ki ruhumu kapital dünyanın tanrısı için satacak kadar kendimden vazgeçmiş bir insan olsaydım kesinlikle hukuku pazarlayan pezevenkler ordusuna katılırdım.
-Kızıl Emir

